A Travellerspoint blog

June 2010

Okugan: An Artist of the Floating World

Kazuo İşİguro

Ukiyo-e: Boşlukları doldurmak

ukiyo-e.jpg
Yazıda sözünü ettiğim propaganda amaçlı ukiyo-e'lerden biri olduğunu tahmin ettiğim tek bir resim buldum, o da Hiroşima'daki müzede küçük bir dekor ayrıntısıydı

“Fuzuli yaşamak niye,
hükümdarım
ve bu cihan için
canımı feda etmek varken”
Prens Murenaga
Tokyo'daki Yuşukan Askeri Müzesi'nin açılış galerisinden bir şiir

Kazuo İşiguro, 1986 yılında yayımlanan romanı An Artist of the Floating World'de (1) yaşı ilerleyip köşesine çekilmiş eski bir ressam olan Masuji Ono'nun hikayesini anlatır. Okuduklarımızdan, henüz II. Dünya Savaşı Japonya'nın kolonyalist emellerine bir son vermeden evvel, Ono'nun imparatorluk sınırlarını genişletmeye yönelik militarist ve şovenist dalganın yükselmesinde payı olduğunu anlarız. İşiguro'nun incelikli üslubu, bize olan biteni kapalı bir dille sezdirir, açıkça söylenmeyenlerse -yazarın diğer kitaplarında da hakim olduğunu düşündüğüm- tekinsiz bir hissin doğmasına neden olur.

Ono bir zamanlar önemli bir adamdır, ama ne kadar önemli olduğunu kendi takdir edemez. Bir zamanlar kararları diğer insanları etkilemiştir, ama dönüp baktığında ne ölçüde olduğunu bilemez. Önemsediği bazı insanlar şimdi ona sırtını dönmüştür, hala dost kalanlarsa kendi gibi kabuğuna çekilmiş ve eski günlerde yaşıyordur. Kendi kendine bugün için doğru sayılmayanların o zaman için doğru olduğu fikrini savunur, aynı zamanda yaptıklarından gizlice tatmin duymaktadır. Bu düşünceler ve geçmişle istenmedik ama zorunlu hesaplaşmalarla, bilinçsizce de olsa, şüphe gibi günden güne içini kemiren bir duyguyu başından atmaya çalışır: Vicdan. İşiguro, bu sade romanıyla Japonya'nın yalnız düşman olarak gördüklerinin değil, kendi halkının da canını kudret uğruna nasıl feda ettiğini, yaşlı bir adam ve etrafındakilerin hikayesini anlatarak gösterir.

Bir ressamın savaşa gönderilen milyonlarca gencin ölmesiyle, ailelerin dağılmasıyla, şehirlerin yerle bir olmasıyla ve sonunda ülkenin iki nükleer felaketle paramparça edilmesiyle ne ilgisinin olabileceği, tam da kitabın isminde gizli. İngilizcede “floating world” (kabaca Türkçeye “salınan dünya” olarak çevirebiliriz) olarak karşılığını bulan ukiyo-e, hem Japoncadaki belirli bir resim teriminin karşılığı hem de gündelik hayatın sorumluluklarından sıyrılmaya yarayan eğlence dünyasını anlatan bir kavram. İşiguro'nun İngilizce yazdığı kitabın başlığı, bu iki anlamı da bir arada yansıtıyor: Hikaye edilen sanatçılar sefa ve vurdumduymazlık içinde yaşayıp giderken, bir yandan da bu geleneksel resim tekniğini icra ediyor.

shin-hanga.jpg
revitaliza..ukiyo-e.jpg
Tokyo'daki Edo Müzesi'nde gittiğim "Beautiful Shin-Hanga: Revitalization of Ukiyo-e" sergisinden

Tokyo'da bulunduğumuz sırada açılan ve sadece ukiyo-e'lerden oluşan bir sergiyi gezdikten sonra açıkça anladım ki, İşiguro'nun resim tekniğindeki seçimi, bu çift anlamlılık yönünden tam yerini bulmuş. Ukiyo-e'lerin özelliği, tek bir resmi yapmak için onlarca farklı tahta blok kullanılması. Resmin her bir çizgisi, gölgesi, rengi, aydınlığı, ayrı ayrı tahta yüzeylere oyuluyor ve boyaya daldırılan bu blokların titizlikle kağıt üzerine üst üste basılarak birbirini tamamlaması suretiyle resim oluşturuluyor. Dolayısıyla, hazırlanan parçaların tıpkı yapboz gibi kullanılmasıyla boşluklar doldurulmuş, anlam oluşturulmuş oluyor. Başlıkta ukiyo-e'ye gönderme yapılması, bu durumda romandaki bağlamda, bir ulusu tek bir ülkü altında birleştirmek uğruna her şeyi mübah gören zihniyetin, içi hiçbir boşluk kalmayacak biçimde doldurduğu anlamları temsil ediyor.

İşiguro'nun geleneksel resim sanatı olan ukiyo-e'yi Japonya'nın içyüzü az bilinen tarihi bir döneminin metaforu olarak kullanışı, böylece, resmî ağzın açığa çıkmasını istemediklerini ortaya seriyor. Tıpkı romanın başkişisi Masuji Ono gibi zamanın ve şartların gerektirdiğini yaptığını düşünen, ne pişmanlık ne de utanç duyan modern Japon devletiyse, bugün çocuklarını mağduriyet üstüne kurduğu zafer hikayeleriyle besliyor. Çok bildik gelebilecek bu hikayeyi bir de İşiguro'nun zarif dilinden dinleyin.

Deniz Koç

(1) Kitap, Suat Ertüzün çevirisiyle Turkuvaz Yayınları'nca Değişen Dünyada Sanatçı adı altında yayımlandı.

Posted by acikbilet 14:44 Archived in Japan Comments (0)

Kaçkarlara tırmanış

Sessizliğe gömülmeden

sunny 25 °C
View Seyahat on acikbilet's travel map.

ayder_03_06_2010__12_.jpg

Kar suları bir araya geldikçe büyüyor, sivri kayalara çarpıp keskin dönemeçleri kökleri sulara uzanan gürgen ve çam ağaçlarını yıkarcasına döndükçe hışmını artırarak eteklere doğru ilerleyişini sürdürüyordu. Kaçkarlardan doğan derelerin asabiyetine tek karşı koyabilen, derinliklerinden gelen başa çıkılamaz bir kuvvetle kıyılarını yoklayan Karadeniz'di. Kabarık dalgalarla sert köpüklerin karıştığı dere ağızlarında, birbirleriyle kucaklaşıp öfkelerini dindiriyorlardı.

ayder_03_06_2010__73_.jpg

Bu buluşma anından gözlerimizi alıp, kıyıdan içerilere, Ayder Yaylası'na doğru yükseldik. Yol boyunca ağaçlar gölgeleriyle, Fırtına Deresi de gürlemesiyle eşlik etti. Tersimize hareket eden dere, yukarı çıktıkça kol kol ayrılıyordu, şiddetinden ve köpüğünden hiçbir şey kaybetmeden bizi yaylaya kadar çıkarıp kendi yoluna devam etti. Derenin, yaylanın sessizliğini yırtan şamatası, gündüz gece bilmiyordu. İnsan bu sese bir alıştı mı, yokluğunda ne yapacağını bilemez, diye konuştuk aramızda. Tam bunu düşünmüşken, kötülüğü çağırır gibi, ertesi sabah elimize aldığımız gazetede hidroelektrik santrali nedeniyle derenin kollarından birinin tamamiyle kuruduğu yazıyordu. Köylüler, derelerinin gürül gürül akışına hasret kalmışlardı.

ayder_03_06_2010__56_.jpg

Türkiye'de, şu an ben bu yazıyı yazarken bini aşan sayıda hidroelektrik santral ve baraj inşa ediliyor. Sessizliğe ve susuzluğa mahkum edilenler, yalnız derenin bu kolunun kıyısındaki köyler değil. Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Doğu Karadeniz'de bir aydan daha uzun süredir seyahat ediyoruz ve başımızı ne yöne çevirsek, ülkemizin dev bir şantiyeye dönmüş olduğunu görüyoruz. Kepçeler birer kurtçuk gibi dağları oyuyor, silindirler kırılan kayaları ezip yol yapıyor. Akarsuların önlerine betonlar dökülüp setler çekiliyor. Eğer süregelen bir inşaat yoksa bile, çöp kamyonları gelip yüklerini doğaya boşaltıyor. Naylon poşetler, derelerin akıntısı ve rüzgarların esintisiyle kilometrekarelerce genişlikteki alanlara yayılıyor. Geleceğimizi düşünmeden bize enerji ve yol sağlama derdine düşenler, yalnızca insanına değil, böylece toprağına da hoyrat davranıyor.

ayder_03_06_2010__16_.jpg

Buralara gelip de biçilmiş tepeleri, susturulmuş dereleri görmedikçe, sizi bu yazıyla süregelmekte olan bir katliama ikna edebilmem mümkün mü, bilmiyorum. Ağaçlarımız dağlarına sımsıkı tutunmalı, köklerini besleyen derelerimiz özgürce akmalı, diyorsanız, Türkiye Su Meclisi'nin imza kampanyasına destek olmalısınız. Öncelikle bunu yapabiliriz. Çünkü eğer bu gidişata dur diyemez ve yaşamı koruyamazsak, sonucunda doğanın öfkesine karşı koyarak dindirebilecek hiçbir şey kalmayacak geriye.

Deniz Koç

Posted by acikbilet 17:07 Archived in Turkey Comments (1)

(Entries 1 - 2 of 2) Page [1]