
Hindistan'dan lezzetler (1)
Yarımadanın orta kuzeyindeki Khajuraho'daki bir “veg restoran”da güney yemeklerine olan hasretimizi giderirken, içeri Hindu bir çift girdi ve mutfağın “pure veg”, yani pür vejetaryen olup olmadığını sordu. Mutfağa yumurta girdiğini, yani pür olmadığını öğrenince, başka bir yer aramak üzere sokağa döndüler.
İnançların insanların bedenlerinde, giysilerinde, takılarında ve yaşadıkları mekanlarda birbirinden kesin çizgilerle ayrılarak temsil edildiği Hindistan'da, farklı dinler ya da mezhepler, takipçilerinin beslenme geleneklerinde de yerini buluyor. “Yediğin neyse osun” şiarını düstur edinen toplumsal gruplar için tencerelerinde fokurdayanlar, kimliklerinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiş durumda. İnsanlar, gündelik hayatlarını ve toplumsal ilişkilerini de diyetleri çerçevesinde yaşıyor. Örneğin, Jain dinine mensup bir kadın, pazara gittiğinde filesine asla havuç, soğan, turp gibi yerin altında yetişen sebzelerden doldurmuyor, çünkü Jainler insanlar ve hayvanlar gibi bitkilerin de ruhunun olduğuna inanıyor ve kök bir bitkinin yenmesi, ruhu olan bir canlının öldürülmesi olarak kabul edildiği için caiz değil. Öte yandan, Hinduizm'de kast sisteminin tepesinde bulunan brahminler, yemeklerine alt kastlardan bir kişinin gölgesi düşse yiyeceğinin “kirlendiğini” düşünüp yemeyi reddedebiliyor.
Bu örnekler tabii genel olarak sofular açısından geçerli, ancak sözü edilen yer Hindistan olunca sofuluk da zaman zaman uç bir durumu ifade etmekten çıkabiliyor: Geçen ay The Hindu gazetesinde okuduğumuz bir habere göre, Orissa'da çocuklarını gönderdikleri okulun yemekhanesinde “dalitler”in (2) yemek pişirdiğini öğrenen veliler ayaklanmışlardı. Gandhi'nin 1900'lerin başında, toplumun onun zamanına kadar “dokunulmaz” olarak adlandırılan, yani bir kasta mensup olmalarına izin verilmeyerek dışlanan ve ancak pis işlere layık görülen kesimini dokunulur kılma girişimi bile hala yerini bulmuş görünmüyor.

Barış, Gandhi'nin yazılarından derlenen Vejetaryenliğin Ahlaki Temeli'ni okurken
Gandhi, Ahmedabad'daki aşramını kurduktan sonra “dokunulmaz”ları -ya da kendi verdiği isimle “harijan”ları- onunla birlikte yaşayan diğer kişilerle eşit görmüş ve mutfakta yemek yapmak dahil her tür görevi üstlenmelerini sağlamış. Bu hareketiyle toplumun büyük bir tabusuna karşı gelen Gandhi, en yakınındakilerle dahi ters düşmüş. Çevresindekilerce mutfağına “pis insanlar”ı soktuğu düşünülerek sırt dönülse de, yazdıkları okunduğunda Gandhi'nin temizlik konusunda ne kadar titiz olduğu ve beslenme konusunda çok düşündüğü görülebiliyor.
İlk öğrencilik yıllarından itibaren kendini vejetaryenlik üstüne kafa yormak zorunda bulan Gandhi, otobiyografisinde “kötü arkadaşlar”ının yönlendirmesiyle bir dönem ailesinden gizlice et yediğini itiraf ediyor. Nedeniyse, Hindistan'ı sömüren Britanyalıların et yedikleri için güçlü olduklarına ve et yemediğinden güçsüz kalan Hintlileri hakimiyet altına aldıklarına kanaat getirmesi. Vejetaryenlik yeminini eğitim görmek üzere Britanya'ya gitmeden önce annesinin zoruyla eden Gandhi, yeni hayatında et yemediği için büyük zorluklar çekmiş, ama yine de yeminini bozmamış. Daha sonraları, Hinduizm'i anlamaya çalıştığı sıralarda vejetaryenliğin ahlaki boyutu üzerine düşündükçe zaman içinde annesine hak verdiğini anlatan Gandhi, et yememe felsefesini “Hakikat”e ulaşmak için izlediği yolun parçası olarak geliştirmiş. Ona göre, et yemek Britanyalıların bedenlerini besleyip güçlendiriyor olabilir, ama vejetaryenlik insanın ruhunu besleyen ve güçlendiren bir erdem. Vejetaryenlik Gandhi için spiritüel olduğu kadar politik bir anlama da sahip: Hiçbir canlıya zarar vermemeyi gerektiren ahimsa (şiddet karşıtlığı) hareketinin temel bir gereği.
Dini ve politik geleneğin parçası olarak vejetaryen mutfağın hakim olduğunu zevkle fark ettiğimiz Hindistan'da, her ne kadar hijyenik koşullar genel olarak ciddi bir sorun olsa da, yemek saatinin gelmesini iple çeker hale geldik. Baharatlı ve acılı karışımlarla hazırlanan yiyecekler, bundan böyle mutfağa girdiğimizde malzemelere bambaşka bir gözle bakmamızı sağlayacak kadar ilham verici.
Deniz Koç
(1) Sol baştan tanıtacak olursak: Yumurtasız domatesli omlet ve peynirli sandviç - sev puri - rava masala dosa ve uttapam- sheera (bir çeşit irmik helvası) - Bangalore'daki çiftlikte çalışırken öğle molasında yediğimiz sebze yemeği, yanında papad ve ragi topuyla beraber - güneyde muz yaprağı üzerinde servis edilen thali - dev paper masala dosa - mantarlı parotta - pav bhaji
(2) Gandhi'nin zamanında “dokunulmaz”ların adı “harijan” olarak değiştirilmiş. Ancak Hindistan'ın anayasasını yazan ve kendi de “dokunulmaz” olan Ambedkar, adı değişse de “harijan”ların yine aynı duruma mahkum kaldığını düşünerek Gandhi'yle fikir ayrılığına gitmiş. Hukuk insanı olması bir yana, Ambedkar, onun ardından kendilerine “harijan” değil “dalit” denmesini isteyen aynı toplumsal kesim tarafından artık kutsal kabul edilmiş ve tanrılaştırılmış durumda. Ülkenin her yanında boynuna çiçekten yapılmış bir kolye asılmış ve önüne adak olarak hindistancevizi bırakılmış bir Ambedkar büstü ya da heykeli bulabiliyorsunuz.
Not: Başlıktaki Bharat, Hindistan'ın kendi yerel dillerindeki ismi. Anadolu'ya “baharat”ın bu topraklardan geldiğini düşünecek olursak, Türkçede neden bu ismi kullandığımız anlaşılıyor gibi geldi. Tabii yolda etimoloji sözlüğüne bakmaya fırsat bulamadığımdan işkembeden atma hakkımı kullanıyorum.